Türk sinemasının efesane isimlerinden biri olan Ayhan Işık 49 yıl önce kaleme aldığı mektupta kendisinin kılıbık ve tutumlu olduğunu bundan dolayı da eleştirilere maruz kaldığını yazmıştı.
Ayhan Işık, Ayhan Işık'ı anlatıyor (Ayhan Işık'ın 49 yıl önce kaleme aldığı yazı)
"Bu yazıyı, beni yakından tanımayanlar, hakiki Ayhan Işık'ın nasıl bir insan olduğunu öğrensinler diye yazdım"
Benim hakkımda, bütün yerli film seyircileri, sinema sanatçıları, prodüktörler, rejisörler konuşur. Acaba bu sözlerin hangisi doğru, hangisi yanlıştır? "Türk sinema tarihinde 16 yıl başta gitmek herhalde pek kolay olmasa gerek"
"Türk sinema tarihinde 16 yıl başta gitmek herhalde pek kolay olmasa gerek" İşte ben bu yazıyı, beni yakından tanımayanlar da hakiki Ayhan Işık'ın nasıl bir insan olduğunu öğrensinler diye yazdım...
"Otomobilim, evim eşim, evladım, kısacası mutlu olmak için her şeyim var. Talihli bir insan olduğum da muhakkak. Ama, talihi, şansı kullanmak ve devam ettirmek zor şeydir. Türk sinema tarihinde 16 yıl başta gitmek herhalde pek kolay olmasa gerek. Bu şöhretin sorumluluğu, kolay kolay taşınamaz."
"Ben Ayhan Işık, şehir çocuğuyum. Hem de büyük şehir çocuğu... 1929 yılının 5 Mayıs'ında İzmir'de, Karataş'ta doğdum. Yaşımı, altı yıl küçük gösteren nüfus kağıdı taşımadım. Babam saraçtı. Aiiemin en küçük çocuğuydum. Üç kız, iki erkek kardeşim vardı. Dört aylık bir bebekken İstanbul'a göç etmişiz. Zaten, İzmir'e, annem ve babam Selanik'ten gelmişler. Yunan işgali üzerine, Osmanlı Imparatorluğu'nun bu güzel şehrini terk edip 'muhacir' olmuşlar. İstanbul'da Saraçhanebaşı'ndaki babamın büyük saraç dükkanı hala gözümün önündedir"
"Altı yaşımdayken babasız kaldım, ilkokulu Bomonti'deki 44. Okul'da bitirdim. Ortaokula başladığım günlerde Babıali'ye geldim. Çünkü okula gidebilmek İçin çalışmak zorundaydım. Gazete ve dergilerde hikaye ve kapak resimleri çizmeye başlamıştım, ilk kazandığım parayı sanki dünmüş gibi hatırlarım: 14 lira."
"Eve koşup anneme verdiğim bu 'müjde'yi hiç unutmam. Yaz tatilinde Paşabahçe Şişe ve Cam Fabrikası'nda 'kırık şişe kontrolörlüğü' yaptım. Haftada 25 lira alıyordum. Vapurla gidip gelirken boş durmuyor, mecmuaların ısmarladıkları ve 'illüstrasyon' denilen renkli resimleri çiziyordum. Şirket-i Hayriye'nin 63 numaralı 'Sütlüce' vapuru sanki benim resim atölyem olmuştu!"
"Günün birinde fabrikada işim bitti. Kendime yeni bir iş aradım, İstanbul Darphanesi'nde ressamlığa başladım. Daha sonra bir inşaat müteahhidinin yanında katiplik... İstanbul Güzel Sanatlar Akademisi'ne devam ederken, yazı işleri müdürlüğünü Sezai Solelli'nin yaptığı 'Yıldız' mecmuasına ressam olarak girmiştim. Yıldız, o zamanın tek sinema dergisiydi. 1951'de açılan 'Kapak Yıldızı Yarışması'na, Solelli'nin teşvikiyle katıldım ve birinciliği kazandım."
"İlk kazandığım parayı sanki dünmüş gibi hatırlarım: 14 lira. Eve koşup anneme verdiğim bu 'müjde'yi hiç unutmam."
"O günden bugüne kadar geçen 16 yılın hikâyesini, sayısı milyonları geçen yerli film seyircileri çok iyi biliyorlar. Onun için sinemada geçen 16 yılımı anlatmaktansa, hakkımda çıkarılan bazı söylentilere, kendi kalemimle cevap vermek isterim."
"Ben, bir gazinoya gidince etrafımdaki kadınlı masalara içki veya meyve gönderen, hacıağa zihniyetli, halk temsilcisi rolü oynayan, sözde artistlerden değilim. 'Çarıklı erkanıharp' olmayı bir nevi riyakarlık sayarım. Olduğum gibi görünürüm ve göründüğüm gibi olurum. Ekmeğimi alın terimle kazandığım, halk adamı, alçak gönüllü olduğum gibi, milyonların sevdiği ve her hareketini örnek aldığı bir sinema yıldızı olduğumu da unutmam. Ben sinema yıldızlığının gerektirdiği hareketleri yaptığım için bazıları beni gururlu, kendini beğenmiş sanır, insanları seven, alçak gönüllü bir artist olarak tanınmak için sahte gösteriler yapmayı çirkin buluyorum."
"Eli sıkı olmaya gelince... Barlarda, meyhanelerde zil zurna sarhoş olup tefeciye kırdırdığı bonoların parasıyla etrafa caka olsun diye ziyafet çekmek mi cömertliktir? Yoksa, iki gün sonra ne olacağını bilmediği ve kira evlerinde oturduğu halde 'parti' verenler mi cömerttir? Ben hesabını bileri insanım. Evimi, eşimi, evladımı gören benim hasis olmadığımı hemen anlar. Hiç, hasis bir adam 180.000 liralık araba alır mı?"
"Evine düşkün olmayı kılıbıklık olarak değerlendirmek ise çok yanlış bir şeydir. Güle-oynaya evlendikleri halde birkaç ayda boşananlar ve karısını evden mahkeme kapılarına sürükleyenler, iğfal davalarına adı karışanlar mı iyi erkek sayılır? Ben mutluluğu evimde buluyorsam hata mı ediyorum?"
"Evimi, eşimi, evladımı gören benim hasis olmadığımı hemen anlar. Hiç, hasis bir adam 180.000 liralık araba alır mı?"
"Sık sık kendilerine 'halk çocuğu' diyenlere ise gülüyorum. Onlar halk çocuğu da biz zadegan sınıfının çocuğu muyuz? Halk çocukları, her şeyden önce, gerçekten namuslu kızlarla evlenirler. Yalan söylemezler, kimseyi aldatmazlar. Dejenere bir hayat yerine insanlığa faydalı olmayı düşünürler. 'Kral' sıfatını bana halk verdi. Kendi kendime 'Ben kralım' demedim. Şöhretten, servetten başım dönmedi; ahlakım, karakterim değişmedi. Bugünün gençleri, şöhretli kimseleri kendilerine örnek alıyor. Ben de, meşhur insanların taşıdıkları büyük sorumluluğu bilerek yaşıyorum. Seyircilerime olan borcumu ödemek ve torunlarıma iyi bir nam bırakmak istiyorum. Eğer bunları yaptımsa kendimi bahtiyar sayacağım"
Türk sinemasının efesane isimlerinden biri olan Ayhan Işık 49 yıl önce kaleme aldığı mektupta kendisinin kılıbık ve tutumlu olduğunu bundan dolayı da eleştirilere maruz kaldığını yazmıştı.