Bundan haberiniz var mı? Peygamber Efendimiz'in tek resmi...
Bundan haberiniz var mı? Peygamber Efendimiz'in tek resmi... GALERİNİN DEVAMI İÇİN TIKLAYINIZ...
Halife Hz. Ebu Bekir döneminde beş sahabe İslamiyet’e davet için Bizans imparatoruna gönderildi. Önce Bizans’ın elindeki Şam’a giden grubun ikinci durağı İstanbul’du. Burada görüştükleri imparator Heraklius gelen elçilere çok iyi davrandı. Sarayında ağırladığı elçilere bir akşam sürpriz yapan Heraklius onları gelmiş geçmiş bütün peygamberlerin resimlerini gösterdi.
İmparatorun gösterdiği resimler arasında şüphesiz en şaşırtıcısı Hz. Muhammed’e ait olanıydı. Siz hiç Hz.Muhammed’in resmini gördünüz mü? Osmanlı İmparatorluğu döneminde yapılan minyatürlerden, yüzü kapalı, ışıklar içindeki tasvirlerden söz etmiyorum.
Günümüzün anlayışıyla ya da ona yakın çizilmiş bir portreden söz ediyorum. Siz ve sizin gibi milyonlar, hatta milyarlarca insan görmemiş olabilir ama Hz.Muhammed’in resmini gören en azından bildiğimiz altı kişi var. Hem de Hz.Muhammed’in en yakınları, sahabeleri arasından.
Hz. Ebu Bekir’in halifeliği döneminde Bizans İmparatoru Heraklius’u İslamiyet’e davet için gönderilen elçiler heyeti Şam ve İstanbul’da saraylarda ağırlanmış. Heraklius gelenlere son derece nazik davranmış, çeşitli hediyeler vermiş.
Ancak en büyük sürprizini sona saklamış; hazinesinden çıkardığı bir tomar peygamber resmini tek tek elçilere göstermiş. Elçileri şaşkınlığa uğratan, bu resimler arasında yer alan Hz. Muhammed’in portresi olmuş.
Heraklius’un elinde, atalarından kalan peygamber resimleri arasında Hz. Muhammed’in birebir yapılmış portresi de varmış. Bu ilginç rivayetin öyküsü, Hicri Onuncu yıla yani Hz.Muhammed’in vefat ettiği günlere uzanıyor…
Hz. Muhammed’in Medine’de ölümünün ardından devlet başkanlığı görevine Hz. Ebu Bekir seçilmiş, “Halife” ünvanını almıştı. Tarihte “Halife” ünvanını alan ve kullanan ilk isim olmuştu. Hz. Ebu Bekir’in halifeliği İslam tarihinin belki de en zor günlerine tekabül ediyordu.
Hz. Muhammed’in vefatının ardından Müslümanlıkla geç tanışan kabilelerde isyanlar çıkmış, yeniden putperestliğe dönenler olmuştu. Arap yarımadasının bazı yerlerinde yalancı peygamberler çıkmıştı ki bunlar içerisinde hiç şüphesiz en ünlüsü Müseylemet–ül Kezzab’dı.
Sadece zekât vermemek için isyan eden kabileler bile vardı. Hz. Ebu Bekir hiç yılgınlığa düşmeden her olayın üzerine titizlikle gitti. Hz. Muhammed’in eşi ve Hz. Ebu Bekir’in kızı Hz. Ayşe o günleri “Babamın üzerine binen yük (sorumluluk) dağlara binseydi onları dümdüz ederdi” sözleriyle anlatıyordu
Hz. Ebu Bekir önce isyanları bastırmış, ardından da Yemame’de Müseylemet– ül Kezzab ve ona inananları dize getirmişti. Müseyleme savaşta öldürülmüş, taraftarları dağılmıştı. Ancak Hz. Ebu Bekir bu arada asıl gücünü yarım kalmış bir işi tamamlamak için harcamıştı.
Hz. Muhammed vefatından kısa bir süre önce sefer ve savaş hazırlıklarına başlamıştı. Ordunun kumandasını evlatlığı Hz. Zeyd’in oğlu Hz. Üsame’ye vermiş, o zaman Bizans hâkimiyetindeki Suriye üzerine yürümeyi emretmişti. Ancak Hz. Muhammed’in vefatı ordunun hareketini geciktirmişti
Hz. Ebu Bekir’in ilk işi, adetaHz. Muhammed’in vasiyeti gibi gördüğü bu seferi gerçekleştirmek için orduyu harekete geçirmek oldu. Ordunun kumandası yine Hz. Üsame bin Zeyd’in elindeydi.
MUTE’DE BİZANS ORDUSUYLA ÇARPIŞTILAR: Ancak Hz. Ebu Bekir bu sırada başka bir şey daha yaptı, sadece orduyu sefere hazırlamakla yetinmedi. Bir taraftan da Bizans İmparatoru Heraklius’a İslamiyet’e davet için elçiler gönderdi. Elçiler önce Suriye’de Bizans adına hüküm süren Gassani hükümdarına, Şam’a gitti
İkinci durakları ise İstanbul oldu. Müslümanlar İslamiyet’in yayılmasıyla birlikte dönemin en önemli iki süper gücü Bizans ve Sasani İmparatorluklarıyla sınır komşusu oldular. O sırada Arabistan’ın kuzeyinde yer alan Suriye Bizans İmparatorluğu’nun hâkimiyetindeydi. Suriye ve çevresini Bizans İmparatoru adına Gassani Arapları idare etmekteydi. Hem Gassanilerle, hem de Bizans’la ilk çatışmalar Hz. Muhammed hayattayken başlamıştı. Hz.Muhammed’in katılmadığıMute savaşı Müslümanlar ile Bizans kuvvetleri arasında yaşanmış ilk çatışmaydı
Burada Hz. Muhammed’in evlatlığı Hz. Zeyd bin Harise, amcasının oğlu ve Hz. Ali’nin kardeşi Hz. Cafer bin Ebu Talip ve Hz. Abdullah bin Revaha sırasıyla ordu komutanı olmuş ve arkasından da şehit düşmüşlerdi. Müslümanları bu zorlu savaşta imha olmaktan Araplar arasında askeri bir deha kabul edilen Hz. Halid bin Velid kurtarmıştı.
Hz. Muhammed, bu savaştan kısa bir süre sonra Suriye’deki Bizans kuvvetlerine karşı Tebük seferine çıkmıştı. Ancak bu seferde Müslümanlarla Bizans kuvvetleri karşı karşıya gelmemiş, savaş olmamıştı. Hz. Muhammed’in Bizans hükümranlığındaki Suriye’ye karşı üçüncü hamlesi vefatından hemen önce gerçekleşmiş, sefer emri vermişti. İslam ordusu Medine yakınlarında ordugâh kurmuş, ordu komutanlığına da Hz. Üsame bin Zeyd getirilmişti.
Hz. Muhammed bu orduyu Bizans üzerine göndermek istiyordu. Müslümanların Bizans’la o dönemdeki ilişkileri çatışma ve İslamiyet’e davet üzerine kuruluydu. Çünkü Hz. Muhammed yine sağlığında Bizans Hz. Ebu Bekir bu arada asıl gücünü yarım kalmış bir işi tamamlamak için harcamıştı. Hz. Muhammed vefatından kısa bir süre önce sefer ve savaş hazırlıklarına başlamıştı. Ordunun kumandasını evlatlığı Hz. Zeyd’in oğlu Hz. Üsame’ye vermiş, o zaman Bizans hâkimiyetindeki Suriye üzerine yürümeyi emretmişti.
Ancak Hz. Muhammed’in vefatı ordunun hareketini geciktirmişti. Hz. Ebu Bekir’in ilk işi, adeta Hz. Muhammed’in vasiyeti gibi gördüğü bu seferi gerçekleştirmek için orduyu harekete geçirmek oldu. Ordunun kumandası yine Hz. Üsame bin Zeyd’in elindeydi.
MUTE’DE BİZANS ORDUSUYLA ÇARPIŞTILAR: Ancak Hz. Ebu Bekir bu sırada başka bir şey daha yaptı, sadece orduyu sefere hazırlamakla yetinmedi. Bir taraftan da Bizans İmparatoru Heraklius’a İslamiyet’e davet için elçiler gönderdi. Elçiler önce Suriye’de Bizans adına hüküm süren Gassani hükümdarına, Şam’a gitti. İkinci durakları ise İstanbul oldu. Müslümanlar İslamiyet’in yayılmasıyla birlikte dönemin en önemli iki süper gücü Bizans ve Sasani İmparatorluklarıyla sınır komşusu oldular. O sırada Arabistan’ın kuzeyinde yer alan Suriye Bizans İmparatorluğu’nun hâkimiyetindeydi
Suriye ve çevresini Bizans İmparatoru adına Gassani Arapları idare etmekteydi. Hem Gassanilerle, hem de Bizans’la ilk çatışmalar Hz. Muhammed hayattayken başlamıştı. Hz.Muhammed’in katılmadığı Mute savaşı Müslümanlar ile Bizans kuvvetleri arasında yaşanmış ilk çatışmaydı. Burada Hz. Muhammed’in evlatlığı Hz. Zeyd bin Harise, amcasının oğlu ve Hz. Ali’nin kardeşi Hz. Cafer bin Ebu Talip ve Hz. Abdullah bin Revaha sırasıyla ordu komutanı olmuş ve arkasından da şehit düşmüşlerdi.
Müslümanları bu zorlu savaşta imha olmaktan Araplar arasında askeri bir deha kabul edilen Hz. Halid bin Velid kurtarmıştı. Hz. Muhammed, bu savaştan kısa bir süre sonra Suriye’deki Bizans kuvvetlerine karşı Tebük seferine çıkmıştı. Ancak bu seferde Müslümanlarla Bizans kuvvetleri karşı karşıya gelmemiş, savaş olmamıştı
Hz. Muhammed’in Bizans hükümranlığındaki Suriye’ye karşı üçüncü hamlesi vefatından hemen önce gerçekleşmiş, sefer emri vermişti. İslam ordusu Medine yakınlarında ordugâh kurmuş, ordu komutanlığına da Hz. Üsame bin Zeyd getirilmişti. Hz. Muhammed bu orduyu Bizans üzerine göndermek istiyordu. Müslümanların Bizans’la o dönemdeki ilişkileri çatışma ve İslamiyet’e davet üzerine kuruluydu.
Çünkü Hz. Muhammed yine sağlığında Bizans Hz. Ebu Bekir bu arada asıl gücünü yarım kalmış bir işi tamamlamak için harcamıştı. Hz. Muhammed vefatından kısa bir süre önce sefer ve savaş hazırlıklarına başlamıştı. Ordunun kumandasını evlatlığı Hz. Zeyd’in oğlu Hz. Üsame’ye vermiş, o zaman Bizans hâkimiyetindeki Suriye üzerine yürümeyi emretmişti. Ancak Hz. Muhammed’in vefatı ordunun hareketini geciktirmişti. Hz. Ebu Bekir’in ilk işi, adetaHz. Muhammed’in vasiyeti gibi gördüğü bu seferi gerçekleştirmek için orduyu harekete geçirmek oldu. Ordunun kumandası yine Hz. Üsame bin Zeyd’in elindeydi.
MUTE’DE BİZANS ORDUSUYLA ÇARPIŞTILAR: Ancak Hz. Ebu Bekir bu sırada başka bir şey daha yaptı, sadece orduyu sefere hazırlamakla yetinmedi. Bir taraftan da Bizans İmparatoru Heraklius’a İslamiyet’e davet için elçiler gönderdi. Elçiler önce Suriye’de Bizans adına hüküm süren Gassani hükümdarına, Şam’a gitti.
İkinci durakları ise İstanbul oldu. Müslümanlar İslamiyet’in yayılmasıyla birlikte dönemin en önemli iki süper gücü Bizans ve Sasani İmparatorluklarıyla sınır komşusu oldular. O sırada Arabistan’ın kuzeyinde yer alan Suriye Bizans İmparatorluğu’nun hâkimiyetindeydi. Suriye ve çevresini Bizans İmparatoru adına Gassani Arapları idare etmekteydi. Hem Gassanilerle, hem de Bizans’la ilk çatışmalar Hz. Muhammed hayattayken başlamıştı.
Hz.Muhammed’in katılmadığı Mute savaşı Müslümanlar ile Bizans kuvvetleri arasında yaşanmış ilk çatışmaydı. Burada Hz. Muhammed’in evlatlığı Hz. Zeyd bin Harise, amcasının oğlu ve Hz. Ali’nin kardeşi Hz. Cafer bin Ebu Talip ve Hz. Abdullah bin Revaha sırasıyla ordu komutanı olmuş ve arkasından da şehit düşmüşlerdi. Müslümanları bu zorlu savaşta imha olmaktan Araplar arasında askeri bir deha kabul edilen Hz. Halid bin Velid kurtarmıştı.
Hz. Muhammed, bu savaştan kısa bir süre sonra Suriye’deki Bizans kuvvetlerine karşı Tebük seferine çıkmıştı. Ancak bu seferde Müslümanlarla Bizans kuvvetleri karşı karşıya gelmemiş, savaş olmamıştı. Hz. Muhammed’in Bizans hükümranlığındaki Suriye’ye karşı üçüncü hamlesi vefatından hemen önce gerçekleşmiş, sefer emri vermişti. İslam ordusu Medine yakınlarında ordugâh kurmuş, ordu komutanlığına da Hz. Üsame bin Zeyd getirilmişti. Hz. Muhammed bu orduyu Bizans üzerine göndermek istiyordu.
Müslümanların Bizans’la o dönemdeki ilişkileri çatışma ve İslamiyet’e davet üzerine kuruluydu. Çünkü Hz. Muhammed yine sağlığında Bizans İmparatorluğu’nun Suriye’deki valisini İslam’a davet etmişti. Vali bu daveti kabul etmemiş ancak gelen elçilere iyi davranmış, onları hediyeler vererek geri göndermişti.
ELÇİLER DAVET İÇİN ŞAM’A GİTTİ: Hz. Ebu Bekir de Hz.Muhammed’- in yolundan gitmek istiyordu. Bir taraftan savaş için hazırlık yaparken, diğer yandan da Bizans İmparatoru’nu İslam’a davet için elçiler gönderiyordu. Elçiler yola çıkmadan önce Bizanslılar Suriye bölgesinde Müslümanlar karşısında üst üste birkaç yenilgi almışlardı.
Bu yenilgilerin üzerinden çok geçmeden Hz. Ebu Bekir bir heyet oluşturarak Bizans İmparatoru Heraklius'u İslam’a davet etmek üzere, Hişam b. Âs el-Emevi, Nuaym b. Abdullah, Ubâde b. Sâmit, Amr b. Âs ve Adiyy b. Ka'b adlı sahabeleri gönderdi. Aslında Hz. Muhammed hayattayken Hicri 7. yılda, çevredeki büyük küçük bütün krallara, valilere İslamiyet’e davetmektupları göndermişti.
Bu mektuplara olumlu- olumsuz çeşitli cevaplar gelmişti.Hz Ebu Bekir herhalde düşünmüştü ki, o zaman olumlu cevap vermeyen Bizans imparatoru ile bu yenilgilerden sonra bir daha görüşmenin faydası olabilir, binlerce insanın ölmesine gerek kalmayabilirdi. Gönderdiği kimseler seviyeli, devlet idarecisiyle konuşmayı becerebilecek, uluslararası tecrübesi olan sahabelerdi. Özellikle Hz. Amr b. Âs, Müslüman olmadan önce de Mekkeli Kureyş kabilesi ile çevre kabile ve ülkeler arasında elçilik yapan bir isimdi.
Hz. Amr b. Âs bu özelliğinden dolayı İslamiyet’in ilk dönemlerinde Mekkeli putperestlerin eziyet ve baskılarından dolayı Habeşistan’a göç etmek zorunda kalan Müslümanları geri alabilmek için giden elçiler heyetinin başındaydı. Hz. Ebu Bekir’in belirlediği bu beş kişi Bizans İmparatoru’nu İslam’a davet etmek amacıyla yola çıkarlar.
O zamanlar Suriye, Bizans devleti adına, Cebele İbnu’l-Eyhem el-Gassani’nin idaresindeydi. Gassaniler Arap’tı ve Bizans’ın tâbisi olarak yüzyıldan fazla bir zamandır onların hizmetindeydi. Şam’a vardıklarında izin alıp şehre girdiler.
Fakat Cebele, elçileri görünce onlardan hoşlanmadı. Herhalde, “Beni İmparator’a rezil ettiler (birçok mağlubiyet yüzünden) ne diye buraya geliyorlar” diye düşünmüş olacaktı. Bir süre kimse onlarla ilgilenmediği için bir köşede oturup beklerdiler. Cebele nice zaman sonra ne için geldiklerini öğrenmesi ve kendi söyleyeceklerini iletmesi için bir adam gönderdi
Ama Müslüman elçiler bu kişiyi kabul etmedi ve doğrudan onunla görüşmek istediler. Elçi gidip bunu söyleyince, Cebele küçümseme göstergesi olarak basit bir mindere oturmuş ve Müslümanların yanına gelmesine izin vermişti. Konuşmaya izin verince, Hişam b. Âs el-Emevi Müslümanlarda adet olduğu üzere önce onu Allah'a imana ve İslam’a girmeye davet etti ama Cebele bunu kabul etmedi.
Olayın devamını bu daveti yapmak için gidenlerden, Ubâde b. Sâmit’in ağzından dinleyelim; “Cebele’nin üzerinde siyah, kaba bir elbise vardı. Ayrıca etrafa şöyle bir bakıldığında, her şeyin kara olduğu görülüyordu, ona, (Senin şu karalar içinde olmanın sebebi nedir’ diye sorduk, ‘Sizi bütün Şam'dan, yani beldelerimden çıkarıncaya kadar, bunu adak olarak adadım ve üzerimden çıkarmayacağım’ dedi.
Biz, ‘Sakin ol, acele etme! Vallahi, sen şu oturduğun yerden bizi menedinceye kadar, biz onu muhakkak senden alacağız (Bizi kovmaya fırsatın olmayacak)! Vallahi, biz burayı inşallah senden de, senin kralından da alacağız, bunu bize Peygamberimiz (as) haber verdi’ dedik.” Elçiler Cebele’ye aslında İmparator Heraklius’a gitmek istediklerini söyleyince, gerekli şeyleri tedarik eder, ayrıca yanlarına elçiler ve rehberler vererek Konstantiniyye’ye (İstanbul'a) gönderir.
Şam–Konstantiniyye arasındaki yolculuk hiçbir olay yaşanmadan geçmiş olacak ki Ubâde b. Sâmit yolculuk hakkında detay vermiyor. Ama şehre varışlarını, karşılanışlarını detaylı bir şekilde anlatmaya devam ediyor. Konstantiniyye’ye yaklaşıp şehrin kapısına vardıklarında daha hayvanların üstünden inmeden kılık-kıyafetlerine çekidüzen vererek imparatorun huzuruna girmeye hazırlanırlarsa da onlarla birlikte gelen elçi, develerle kralın şehrine girilmeyeceğini, onlara katır veya atlar getirileceğini söyler ama Müslümanlar kesinlikle kabul etmezler
İmparator’a bu durum iletilince, “Bırakın gelsinler” diye haber gelir, onlar da şehre develerinin üzerinde girerler. Ubâde b. Sâmit diyor ki, “Kostantiniyye halkı bizi böyle, sarıklarımızı sarmış, kılıçlarımızı kuşanmış halde hayvanlarımızın üzerinde görünce şaşkın şaşkın bize bakmaya başladılar.” İnsanların şaşkın bakışları arasında sarayın kapısına varırlar, develerini saray duvarının dibine çöktürürler
mparator onlar gelirken sarayın yüksek bir odasında oturmakta oradan bu elçilere bakmaktadır, yanında da kumandanlar ve diğer ileri gelenler bulunmaktadır. Elçiler onları aniden tepelerinde görünce bir anlık şaşkınlıkla, “La ilahe illallahu vallahu ekber” diye tekbir getirirler.
Ubâde b. Sâmit diyor ki, “Tekbir getirince Allah bilir ya, bütün saray rüzgârın hurma ağacını salladığı gibi sallandı.” Bunun üzerine İmparator, “Kapımda dininizi bu şekilde açıklamanız (bağırmanız) uygun bir hareket değil” diyerek içeri girmelerini söyler.
Saraya girip İmparator’un yanına çıktıklarında meclisindeki, çevresindeki her şeyin, hatta üzerindeki elbisenin bile kırmızı olması Müslümanlara çok garip gelir ama belli etmezler. O da Cebele gibi, görüşmeleri nakletmesi için adam gönderince elçiler kabul etmez ve doğrudan İmparator’la konuşmak için geldiklerini söyler ve ısrar ederler. (...)
İmparatorun yanında, fasih ve güzel Arapça bilen bir adam bulunmaktadır, iki taraf arasında tercümanlık yapacaktır. Ubâde b. Sâmit devam ediyor; “Bize, ‘Oturun’ diye işaret edince, bir tarafa çekilip oturduk. Heraklius (İmparator) gülerek, ‘Beni selamlamanız gerekmez miydi’ diye sorunca, ‘Ne bizim peygamberimizi selamladığımız selamla seni selamlamamız helal olur, ne de senin selamlandığın selamla bizim seni selamlamamız helal olur’ dedik.”
İMPARATORLA SOHBET ETTİLER: İmparator konuşmaya devam ederek Müslümanlar ve Peygamberimiz hakkında sorular sorar ve cevaplarını aldıktan sonra, “İçinizde, peygamberinize vâris olan var mı” diye sorar. Elçiler, “Yoktur, bir kimse ölünce vârisini veya yakınını bırakır ama, Peygamberimiz ‘Biz peygamberlerin vârisi olmaz’ buyurmuştur” diye cevap verirler. İmparator daha sonra Hz. Ebu Bekir’i kastederek, “Hükümdarınız da böyle midir” diye sorup evet cevabını alınca, en azından o zaman için, Müslümanların başına gelen kişilerin hanedan gibi olmadığını anlar.
Heraklius, öğrenme amacıyla, bu yeni dinin en temel mesajını sorar, elçiler “La ilahe illallah” diye cevap verince, saray tekrar sallanır. Birkaç defa olan bu olay Heraklius’un iyice dikkatini çeker, gözlerini tavana dikip, “Siz bu kelimeyi söyleyince, saray sallandı dikkat ettiniz mi” der. Daha sonra, bu sözü başka yerde söyledikleri zaman da tavanların sallanıp sallanmadığını merak eder, elçiler “Hayır, biz bu sözün böyle yaptığını daha önce hiç görmedik, sadece senin yanında oldu, o bizim için güzel bir sözden başka bir şey değil” diye cevaplarlar. (...)
Gecenin geç saatlerine kadar sohbet edilir, sonunda elçilerin uykusu gelir, yoldan yeni gelmişler ve erken yatmaya alışmışlardır. İmparator bunu görünce misafirlerine izin verir. Elçiler güzel, büyük bir yerde üç gün boyunca çok iyi ağırlanırlar. Ubâde diyor ki, “Sabah-akşam devamlı Heraklius’un lütuf ve ikramları geliyordu.” Rivayetin bundan sonraki kısmı en gizemli bölümüdür. Ubâde b. Sâmit devam ediyor,
“Bir gece Heraklius bize haber gönderip çağırdı. Yanına girdik, kimse yoktu, oturmamızı emretti, oturduk. Konuştuklarımızı bir daha söylememizi istedi, tekrarladık.” Bundan sonra İmparator, hizmetçisini çağırıp daha önce hazırlattığı; büyük, altın işlemeli, dört köşe, çekmece gibi bir şey getirtir. Çekmecenin birçok küçük ve kilitli gözleri bulunmaktadır. Heraklius gözlerden birini açar, içinden siyah ipek bir bez parçası çıkarıp yayar...
Ubâde’nin anlatımıyla, bezin üzerinde beyaz tenli, yüzü ayın on dördü gibi parlak, uzun boylu, gür saçlı, saçı ikiye bölünerek örülmüş, büyük gözlü, boynu uzun, kalın baldırlı, sakalsız bir insan resmi görürler. Heraklius, bu resimde gördükleri kişiyi tanıyıp tanımadıklarını sorar, elçiler “Hayır” deyince, “Bu, Âdem'dir” der ve onu çıkardığı yere koyar.
Heraklius, sonra başka bir göz açıp içinden yine siyah ipek bir bez parçası çıkarıp serer. Üzerinde, beyaz tenli, gür saçlı, hüzünlü, kederli ama güzel yüzlü, güzel sakallı, büyük başlı, kıvırcık saçlı, kalın baldırlı, büyük gözlerinde kırmızılık bulunan, omuzları geniş olan bir insan resmi bulunmaktadır. Heraklius, tanıyor musunuz diye sorunca elçiler yine hayır derler.
O da “Bu Nuh'tur” der ve onu da çıkardığı yere koyar. İmparator devam eder ve yeni bir göz açar. Gözün içinden, siyah ipek bir bez parçası çıkarıp serer. Bezin üzerinde, beyaz tenli, ak sakallı, ak saçlı, güzel gözlü, geniş alınlı, uzunca yanaklı, güzel yüzlü, gülümser gibi duran bir zatın resmini gösterir, ama elçiler tanımayınca, “Bu İbrahim'dir” der ve diğerleri gibi onu da yerine geri koyar.
Heraklius devam eder ve başka bir göz açıp içinden yine siyah ipek bir bez parçası çıkarır ve yayar. İşte asıl şok bu resimle birlikte yaşanır. Çünkü Heraklius’un gösterdiği Hz. Muhammed’in resmidir. Elçilerin anlatımına göre, bezin üzerine beyaz tenli bir insan resmi olup Peygamberimize (as) göre çizilmiştir.
Onu görünce, “Peygamberimiz, Vallahi Resulullah (as)” demiş ve ağlamışlar. Heraklius, “Size ne oluyor, tanıyor musunuz bunu” diye sorunca doğal olarak, “Evet bu bizim peygamberimiz Muhammed’in (as) resmidir” diye cevap verirler. Heraklius ısrar eder, “Size Allah’ınız adına, dininiz adına yemin verdiriyorum, bu sizin peygamberinizin resmimi ” diye sorar, elçiler de, “Evet, peygamberimizin resmi, Allah ve dinimiz adına yemin ederiz ki, bu peygamberimizdir. Sanki onu sağ olarak görür gibiyiz” derler.
RESİMLERİ ÇEKMECELERDEN ÇIKARDI: Heraklius ayağa kalkar biraz gezinir, sonra oturur ve “Allah aşkına! Bu, gerçekten o mu” diye sorup da aynı cevabı alınca, resme bir süre daha bakar, sonra, “Bu resim, son gözdeydi, ama üzerinizde ne etki yapacağını göreyim diye daha önce gösterdim” dedikten sonra onu da yerine koyar.
İslam elçilerinin gördükleri bu kadarla kalmaz,Heraklius peygamber resimlerini göstermeye devam eder. Çekmeceden başka bir göz açıp içinden siyah ipek bir bez parçası çıkarır ve yayar. Bezin üzerinde, esmer tenli, kaba sakallı, çukur gözlü, dudaklarını büzmüş, yüzünü ekşitmiş, kıvırcık saçlı, sert ve hiddetli bakışlı, öfkeli bir insan resmi bulunmaktadır.
Heraklius yine, “Bunu tanıyor musunuz” mealinde sorar, aynı cevabı alınca, “BuMusa'dır” der. Heraklius göstermeye devam eder. HzMusa’nın (as) yanında, ona benzeyen fakat saçı parlak, geniş alınlı, gözünün siyahında burnuna doğru aklık bulunan bir insan resmi görülür.
Tanıyıp tanımadıklarını yine sorduktan sonra, “Bu Harun b. İmran'dır” der. Heraklius sonra onu yerine kaldırıp, çekmeceden başka bir göz açar, bu defa beyaz ipekli bir bez parçası çıkarır, esmer tenli, düz saçlı, orta boylu, güzel yüzlü, öfkeli gibi görünen bir insan resmi gösterir ve bunun “Lut peygamber” olduğunu söyler.
Heraklius başka bir göz açıp, içinden beyaz ipek bir bez parçası çıkarır, üzerinde pembe tenli, seyrek sakallı, ince burunlu, güzel yüzlü bir insan resmi bulunmaktadır. Bunun daHz. İshak olduğunu söyler. Heraklius başka bir göz açıp, içinden beyaz ipek bir bez parçası çıkarır, üzerinde Hz İshak’a (as) benzeyen, fakat alt dudağında ben bulunan bir insan resmi vardır.
Heraklius, bunun Hz. Yakub olduğunu söyler. İmparator başka bir göz açıp, içinden siyah ipekli bir bez parçası çıkarır, üzerinde pembe tenli, güzel yüzlü, ince burunlu, güzel boylu, yüzünden nur saçılan, Allah’a saygısı yüzünden belli olan bir insan resmini gösterir ve “Bunu tanıyor musunuz” diye sorar. “Hayır” cevabını alınca “Bu, sizin peygamberinizin atası İsmail'dir” der.
Çekmeceler henüz bitmemiştir, elçiler hiç ummadıkları böyle bir durum karşısında kendilerini unutmuş resimlere bakmaktadırlar. İmparator, başka bir göz açar ve içinden beyaz ipek bir bez parçası çıkarır, üzerinde Âdem’in (as) resmini andıran, beyaz tenli, yüzü güneş gibi parlayan bir insan resmini gösterir ve onun Hz. Yusuf olduğunu söyler. İmparator bundan sonra başka bir göz açıp, içinden siyah ipekli bir bez parçası çıkarır.
Üzerinde kalın baldırlı, uzun bacaklı, at üstünde bir insan resmi gösterir ve Süleyman b.Davud (Hz. Süleyman) olduğunu söyler. Heraklius son defa bir göz açar, içinden siyah ipek bir bez parçası çıkarır, üzerinde beyaz tenli, simsiyah sakallı, saçı gür, güzel gözlü ve güzel yüzlü, açık ve geniş alınlı elinde asa, sırtında yün kaftan bulunan bir genç insan resmi vardır. “Bunu tanıyor musunuz” diye sorar, “Hayır” denince, “Bu, İsa b. Meryem'dir” der
İmparator, resimlerin sonuna gelince hizmetçiyi çağırarak çekmeceyi yerine kaldırtır. Müslüman elçiler bu resimlerin nereden geldiğini sorarlar, Heraklius ilginç bir cevap verir, “Âdem, çocuklarından gelecek peygamberleri göstermesini Rabbinden dilemişti, Tanrı da Âdem'e onların suretlerini (tariflerini) indirdi.
Bunlar, Âdem’in güneşin battığı yerdeki hazinesinde bulunuyordu. Zülkarneyn onu yerinden çıkarıp Danyal’a verdi. Danyal o suretlere (tariflere) göre, bu resimleri ipek bezler üzerine aynen yaptı. İşte bunlar, Danyal’ın çizdiği resimlerdir. Bunlar tevarüs (miras) yoluyla krallardan krallara geçe geçe bana kadar gelmiştir!”
MEKTUBU TOPKAPI SARAYI’NDA: Bundan sonra elçiler, vazifelerinden eli boş dönmemek için İmparator’u yine İslam’a davet ederlerse de Heraklius, saltanatından ayrılmanın zorluğundan bahsederek mazeret bildirir. Heraklius’un Müslüman elçilere karşı konuşması oldukça yumuşaktır. Ne İslam’ı ne de Hz. Muhammed’in peygamberliğini kabul etmediğine dair bir şey söylemediğini görüyoruz.
Hatta elçilere güzel, pahalı hediyeler verir. Az bir süre daha kaldıktan sonra elçiler izin ister ve ayrılırlar. ElçilerHz. Ebu Bekir’in yanına gelirler, gördüklerini, Heraklius’la konuşmalarını, gösterdiği yakınlığı bir bir anlatırlar.
Elçilerden bunları dinleyen Hz. Ebu Bekir ağlamaklı olur, gözleri yaşarır, sakinleşince, “Miskin (zavallı)! Allah- u Teala onun hakkında hayır dileseydi, muhakkak yapardı (Müslüman olurdu)” dedikten sonra, “Resulullah (as) bize haber verdi ki, “Onlar (Hıristiyanlar) ve Yahudiler, Muhammed’in (as) özelliklerini, yanlarındaki Tevrat ve İncil'de bulmuşlardır.Allah-u Teala da, ‘Onlar, yanlarındaki Tevrat ve İncil'de yazılı bulacakları o ümmî nebî olan Resûle tâbi olanlardır
O, kendilerine iyiliği emir ve onları kötülükten nehyediyor, onlara temiz şeyleri helâl, murdar şeyleri de üzerlerine haram kılıyor. Onlardan, ağır yüklerini, sırtlarında olan zincirleri indiriyor. İşte, ona iman edenler, onu tazim edenler, ona yardım edenler ve ona indirilmiş olan, yanında bulunan nura tâbi olanlar!
Onlar, selâmete erenlerin ta kendileridir!’ buyurmuştur” dediğini naklediyorlar. Ubâde b. Sâmit’in rivayeti burada bitiyor. Bu olayın anlatımı hadis kitaplarında geçiyor. Ama üzerinde çok durulmadan ve oldukça sıradan bir rivayet olarak aktarılıyor. Hz. Muhammed’in resminin var olması o günün Müslümanlarını heyecanlandırmıyor
Bunu elçilerin anlattıklarını dinleyen Hz. Ebu Bekir’in tepkisinden de anlamak mümkün. Onlar daha çok Hz. Muhammed’in mesajına odaklanmışlar, Hz. Ebu Bekir’in de tek kaygısı var; Heraklius’un yapılan daveti kabul etmesi ve Müslüman olması. Böylece hem dünyasını, hemde İslaminancına göre ahiretini kurtarmış olacaktı.
Hz. Ebu Bekir’in, ondan önce de Hz. Muhammed’in Bizans imparatorlarına elçiler gönderdiği kesin. Hatta Hz. Muhammed’in göndermiş olduğu mektubun nüshasının bile nerede olduğu, ne şekilde durduğu, nasıl muhafaza edildiği biliniyor.
Bu davet mektuplarının bir kısmı da Topkapı Sarayı Mukaddes Emanetler bölümünde sergileniyor. Ancak Ubâde b. Sâmit’in rivayetinde geçen resimlerin günümüze ulaştığına dair hiçbir bilgimiz yok.
Bizans elçilerin ziyaretinden sonra bir hayli sarsılmış, Konstantiniyye yani İstanbul Haçlılar tarafından istila edilmiş ve yağmalanmıştı. İstanbul’da bulunan çok önemli sanat eserlerinin, Hıristiyanlarca kutsal kabul edilen pek çok eşyanın o sırada yağmalandığını biliyoruz.
Acaba Heraklius’un gösterdiği resimler de bu yağmada mı yok oldu?
Yoksa 1453’te Türklerin eliyle mi ortadan kaldırıldı? Ya da hiçbir şey olmadan günümüze kadar ulaştı mı?
Buna dair tek bir bilgi bile yok. Belki de var ama biz bilmiyoruz. Hz. Muhammed’in resmi de tıpkı peygamberliğini haber veren apokrif Barnaba İncili gibi tarihin sırları arasında yerini alıyor…