Neden Cumhurbaşkanlığı ?

Ülkemiz yeni bir seçim sürecine daha girdi. Şüphesiz bu seçim şimdiye dek yapılanlardan çok farklı, çok ayrıcalıklı. 1920 de başladığımız demokrasi serüveni, inişli-çıkışlı, kanlı-kansız birtakım handikaplar atlattı ve engellerden geçti. Gerek tek partili gerek çok partili dönemde; demokrasiyi, insan haklarını hatta vicdanı rafa kaldıran ve birçok mağduriyete sebep olan olaylara şahitlik ettik.

Demokrasimiz; daha doğrusu adına demokrasi dediğimiz dayatma ve halkı bir şablona oturtmaya çalışan despotik uygulamaların aktörleri hiçbir zaman halka güvenmedi. Onun kendi kendini yönetme gücü ve iradesini gasp edecek türlü entrikalar çevirmekten geri kalmadılar.

Onlarca fiili ya da örtülü darbelerin kurbanı oldu ve yara aldı demokrasimiz. Demokrasi kelimesi ile estirilen özgürlük rüzgârlarının sadece belirli kesimler için geçerli olduğunu ise epey geç anladık. Ülkenin gerçek sahibinin kendileri olduğunu iddia eden, iddia etmekle kalmayıp bunu, vesayet gücünü kullanarak halka dayatan beyaz Türkler, demokrasinin vazgeçilmez öğesi diye öne çıkardıkları siyasi partilerden de hiçbir zaman elini çekmediler.

Türk siyasi hayatına merhaba diyen her partiyi ele geçirmeye, kendi sözlerini talimat telakki eden emir eri mesabesinde genel başkanları iş başına getirmeye çalıştılar ve ne yazık ki çoğu kez de başarılı oldular. Kendi borularını öttürmekte imtina eden, geri duran ve gevşek kalan genel başkanları da değişik komplo ve kumpaslarla alaşağı ettiler.

Zaman zaman bu zinciri kırıp üretim hatası misali iktidara gelen halkın adamlarını ise iktidardan düşürmekle kalmayıp idam sehpasına götürmekten geri durmadılar. Yine ülkede değişim ve dönüşümü başarıyla yürüten, bunu yaparken de kurulu ve düzeni bozmaya çalışıp sisteme çomak sokmak isteyen liderleri de ya zehirleyerek öldürdüler ya da 28 Şubat örneğinde olduğu gibi sudan bahanelerle ülkede fırtınalar kopartarak iş başından uzaklaştırdılar.
Beyaz Türkler 2000’li yıllardan sonra da boş durmadılar. Zinde güçlerin emrinde olan ve bulundukları görevin sorumluluklarını yerine getirme yerine, vesayetçilerin kendisine biçtiği rolü gönüllü üstlenmeye kalkan bazı yargı, üniversite, asker ve diğer görevliler ülkenin gelişme hızını kesmeye çalıştılar.
Bin bir türlü engellemelere, yol kesmelere rağmen halkın desteğini, sevgisini ve gönlünü almayı başaran Başbakan Erdoğan, her girdiği seçimde daha da güçlenerek çıkmayı başardı. Çünkü onun siyaset anlayışı ile halkın bir siyasi liderden beklentileri örtüşüyordu. Her olay karşısında halkın ortak tepkisi ve duruşu ne ise Erdoğan’ın da duruşu oydu.

2014 Temmuzuna gelindiğinde ülkenin başbakanı olarak “keşke bunu da yapsaydım” dediği bir reform kalmamıştı. Dünya krizlerle uğraşırken düze çıkan bir ekonomi, ulaşım, sağlık, eğitim ve modern şehirler oluşturma konusunda önemli mesafeler alınmıştı ve alınmaya da devam ediliyordu. Bir zamanların yüz karası olan imam hatiplere katsayı uygulaması, üniversitede hatta kamuda başörtüsü yasağı kaldırılmıştı. Devlet, engelliye, dul ve yetime özel bir ihtimam göstererek sosyal devlet yüzünü en müşfik bir şekilde göstermişti.

Şimdi daha büyük değişim ve reformlara ihtiyaç var. Bunları gerçekleştirmek için de Cumhurbaşkanlığı makamı ve yetkileri gerekiyor. Hem de milletvekillerinin seçtiği değil halkın seçtiği, gücünü halktan alan hesabını da halka veren bir cumhurbaşkanı.

10 Ağustos Türkiye’miz, demokrasimiz ve yarınlarımız için çok önemli bir milat olacak. Halkın seçtiği bir cumhurbaşkanıyla ilk kez tanışmış olacağız. Hele bu cumhurbaşkanı halkın gönlünde taht kuran bir isim olursa ülkemiz daha bir huzur ve barış içinde, kalkınma, büyüme ve dünya devleriyle rekabet hedefleri olan bir konuma gelecektir. Bizlere düşen ise bu süreci ve önemini iyi kavramak ve buna göre davranmaktır.