İSTANBUL (AA) - Cihan Aktaş, Esenler'in bir köyden ilçeye dönüşüm sürecini, bölge sakinlerinin bakış açısıyla anlattığı çalışması "Sokaklar Unutmuyor" ile Esenler'in serüvenini kayıt altına aldı.
Esenler Belediyesi bünyesinde faaliyet gösteren, Prof. Dr. Sadettin Ökten Şehir Düşünce Merkezi Yayınları tarafından okuyucuya sunulan çalışma, Esenler'in sorunlarının çözülmesi yönündeki çabaları ele alırken, mekansal dönüşümlerden halkın gündelik hayatına kadar birçok ayrıntıya odaklanıyor.
Çalışmanın temel nedeninin, tarihi derinliği olan bir semti yakından tanımak olduğunu kaydeden Aktaş, AA muhabirine yaptığı açıklamada, mimarlık eğitimi gördüğünü ve bu çalışmayla mimarlık mesleğine borcunu bir nebze ödemeyi umduğunu aktardı.
"Kabuğunu kırmaya çalışan, devinim içinde bir yerleşimi yakından tanıma fırsatı benim için çok değerliydi"Aktaş, çalışmanın ortaya çıkmasında Esenler Belediye Başkanı Mehmet Tevfik Göksu'nun önemli bir rolü olduğunu vurgulayarak, "Tevfik Bey, Şehir Tutulması isimli kitabımı okumuş ve 'Cihan Aktaş'a Esenler'in hikayesini yazdıralım.' diye düşünmüş. Esenler iyi tanıdığım bir ilçe değildi. Bununla birlikte çeşitli sorunları olan ve karmaşık nüfusa sahip bir yapısı olduğunu da biliyordum. Kabuğunu kırmaya çalışan, devinim içinde bir yerleşimi yakından tanıma fırsatı benim için çok değerliydi. Üstelik fikri bağımsızlığımı koruyabileceğim bir ortam vardı. Şehircilik bağlamında kitaplar yazma fikrine sıcak baktım ve bu teklifi kabul ettim." dedi.
2017'den bu yana Esenler Prof. Dr. Saadettin Ökten Şehir Düşünce Merkezi'nin çatısı altında sürdürülen çeşitli faaliyetlere katıldığını aktaran Aktaş, şu bilgileri verdi:
"İlk kitabım, 2018'de yayımlanan Rüzgarla İyi Geçinmek'te halkla ve kamusal aktörlerle konuşarak, çeşitli kaynaklardan yararlanarak Esenler'in uzun tarihini ele aldım. Esenler, o dönemde hala, mevcut varoş algısına karşılık, derin bir tarihe sahip, bunu gösteren eserlerle bezeli, mübadil, muhacir ya da Anadolu göçmeni olsun, çeşitli diyarlardan Osmanlı ahalisini bir araya getiren, ancak yoğun göçlerle kötü bir yapılaşmaya maruz kalmış bir yerleşimdi. Bu ilginç yerleşimi bugünlere getiren hikayeler eşliğinde tanımak ve birlikte ortaya koydukları varlığı keşfetmek istedim. Evinin planını kendi yapan bir Satı Kadın varmış. Ben ona ulaşmalıydım. Kolera yüzünden üstü kapatılan bir Mimar Sinan köprüsü varmış, Çinçin Deresi üstünde, onu bulmalıydım. Yıkık bir kilise binasından uyarlanan Dijital Kütüphane çok eskiden kervansaraymış. Bu değişimin de izini sürmeliydim."
Cihan Aktaş, şehir tarihi üzerine yazmanın uzun zamana yayılan, yorucu bir çalışma olduğuna dikkati çekerek, "Böylesi bir çalışma ancak bir çatı altında gerçekleştirilebilir. Esenler Belediyesinden böyle bir teklif almasaydım yine şehir üzerine yazardım ama bu tür bir çalışma, istesem de mümkün olmazdı. Sayısız minör unsuru dikkate alan çalışmalar, her şeyden önce, şehirde olup bitenlerin bir süreklilik içindeki anlamının farkını göstermesi bakımından önemlidir. Ancak çok yönlü ve yorucu bir çalışma talep ettiklerinden, sırf araştırmacının gösterdiği çabayla nadiren derinleşebilirler." ifadelerini kullandı.
"Esenler'in arkasında derin bir tarihi olan Litros ve Avas köyleri var"
Araştırma için görüşülen semt sakinlerine ulaşmada Şehir Düşünce Merkezinin önemli katkı sunduğunun altını çizen Aktaş, şunları kaydetti:
"Bu çalışma için 2017'den 2020'ye kadar Küçükyalı'dan, daha sonra ise Kartal'dan, haftada iki kez Esenler'e gittim. Aradığım kitapları Şehir ve Düşünce Merkezi vasıtasıyla temin edebildim. Ayrıca hep iyi editörlerle çalıştım. Şehir Düşünce Merkezinden Cihan Dinar'ın metne katkısı büyük. Asım Öz, 2008'den bu yana bütün kitaplarıma editör olarak büyük emek verdi ve bundan dolayı çok şanslıyım. Esenler varoş muamelesi görmeye alışmış bir semtti. 1990'lardan önce, göçe açık olduğu halde, belediye hizmetlerinden yoksunluğu yüzünden çamur problemi yaşıyordu ve bu çamur kuşakların bilincinde, 'hizmet almaya değer olan veya olmayan' şeklindeki bir ayrımın göstergesi olarak yer etmişti. Genç kuşakların, yaşadıkları semti, anne ve babalarından duydukları çamurlu mazinin ötesine geçen yönleriyle öğrendikten sonra daha bir benimsediklerini fark ediyorum. Esenler'in arkasında derin bir tarihi olan 'Litros' ve 'Avas' köyleri var. Bu köy isimleri 1939'da 'Esenler' ve 'Atışalanı' şeklinde değiştirildi. 'Litros', Yunan çağında kralların sayfiyesiydi. Osmanlı çağında, Suyolcu ve Sürsat vergisine tabi bir köy olduğu için özel bir konuma sahipti. Zaten Davutpaşa Kışlası hemen yanı başında yer almaktadır."
Yazar Aktaş, 1960'lardan itibaren sanayileşme planına bağlı olarak göçün teşvik edildiğinin altını çizerek, söz konusu göçle birlikte, tası tarağı toplayıp şehre gelen taşralının kendi haline terk edildiğini aktardı.
Prof. Dr. Çağlar Keyder'in İstanbul başta olmak üzere Anadolu'dan büyük şehirlere yapılan göçlere ilişkin "himayeci aldırmazlık" tanımlamasını kullandığını aktaran Aktaş, "Esenler, etrafındaki komşu ilçeler gibi sanayileşme planına dahil edilmedi. Oysa göçe öylesine açıktı ki Bayrampaşa arazisinde yer alan 'Büyük İstanbul Otogarı' onun adıyla çağrılmaktaydı. Göçler, Esenler'in yine himayeci aldırmazlık kapsamında değerlendirebileceğimiz bodrum kat atölyelerine yönelmesi sonucunu doğurdu. Bu, kervanı yolda düzene sokma alışkanlığı kadar bile olamayan umursamazlık nedeniyle de hazine arazilerine gecekondu furyası başladı. Bir sonraki dönemde söz konusu gecekondular kalfalar eliyle palas pandıras apartmana çevrildi. Rahmetli Turgut Cansever, yetkililerin bu çarpık yapılaşmaya göz yummasının ranttan sonraki sebebinin 'suçluluk psikolojisi'ni dengelemek olduğunu düşünüyordu: 'İnşa sürecinde suç işlemesine göz yumulan vatandaş, ömür boyu devlete hesap soramaz hale gelir. Çünkü kendisi de suç işlemiştir." dedi.
Aktaş, Esenler'de yaşayanların, gecekonduları bir dayanışma halinde, birlikte yaptığını vurgulayarak, şöyle devam etti:
"Gündüz işe gitmiş, akşamları ve hafta sonları çalışmışlar. İlçenin yerlileri mübadiller de Anadolu göçmenlerini, yurtlarını terk edip gelme tecrübesinin olgunluğuyla karşılamış. Orada, evini kendi elleriyle yapan, ustayı 'Ev benim, temeli sağlam olsun.' diye uyaran kadınlar tanıdım. Belediyenin öylece getirip yola bıraktığı su borularını yerleştirmek için kanal kazan kadınlarla tanıştım. Yürüyerek gittikleri komşu semtlerdeki okullarda çamurlu pantolonlarıyla alay edilmesin diye, yollarda rastladıkları çeşmelerin buz gibi sularında paçalarını temizlemeye çalışmış, bu gidip gelmelerle baş edemeyip okulu bırakmış yaşlı adamlarla konuştum. Esenler, 15 yaşında okumak için evden kaçıp işçilik hayatının ağır merhalelerinden geçip iş kadını, iş adamı konumu kazanan erkekler ve kadınlara kucağını açmış bir semt. Sular akmamış, çöpler dağ gibi yığılmış, çamur, çevredeki okullara giden çocukları canından bezdirmiş. İnsanlar el birliğiyle sorunlarını çözümlemeye çalışmış. Belediyeli dönemlerde, yıllar akıp giderken karşımıza bambaşka bir manzara çıkıyor: Hizmet almaya alışkın halk, her işi belediyeden bekler hale geliyor. Semti için çaba gösteren, sorumluluk alan şehirli bilincine sahip ilçeliler azınlıkta kalıyor."
"Anadolu şehirlerinin geri göçle nüfus kazanması için acil planlama yapılmalı"Yaşanan göçlerin temel sebebinin şehirler arasındaki farktan kaynaklandığının altını çizen Aktaş, "İstanbul'un şartları Anadolu'ya götürülmediği için Anadolu İstanbul'a geliyor. Her yer İstanbullaştırılıyor, dahası bir metropol parçası olmaya zorlanıyor. Böylelikle hasıl olan vahşi yığılma hem Anadolu'ya hem de İstanbul'a yapılan bir haksızlık. Ne Anadolu şehirleri kıymetsiz, ne İstanbul, sonsuzca taşıma kapasitesine sahip. İstanbul'a yönelik yığılma, İstanbul halkının da enerjisini tüketiyor. Bu gidişat ise işsizlik ve gizli işsizliğe yol açıyor. İrili ufaklı bütün sektörlerin İstanbul'da toplanmasının mantıklı bir yanı yok. Anadolu şehirlerinin boşalmaması, dahası geri göçle nüfus kazanması için acilen planlamalar yapılmalı." diye konuştu.
Aktaş, Esenler'in tarihi derinliğini temsil eden unsurların ilçede yeterince bulunmadığını vurgulayarak sözlerine şöyle devam etti:
"1950'lerin başında mübadil kökenli, dul bir kadın olan Emine Sunal, iki katlı evini erkek pantolonu giyen kızlarıyla inşa etmişti. O ahşap evi son dönemlerinde gidip gördüm. Ne yazık ki müze yapılacak yerde, arsası istimlak edildiği için yıkıldı. Maziye bu kadar az kıymet veriyoruz. Mazi tahripkarlığı, yüksek modernizmin alameti farikasıydı. 'Yüksek modernizm'in sembol ismi La Corbusier bile yeni bir İstanbul planı için davet edildiğinde, bu daveti şehrin kadim dokusunun korunması konusundaki hassasiyet nedeniyle kabul etmemişti. Yazı hayatımın başladığı 1990'larda mütedeyyin ve muhafazakar kesimler, keskin betonlaşma eleştirileri yapardı. Oturmuş dokuların barındırdığı hatıralar artık kimsenin umurunda değil. Oysa köklü bir mazisi olan yerleşimlerde yapılacak önemli değişiklikler, hatıra alanları korunacak şekilde gerçekleştirilmeli. Bu yapılmadığı takdirde bütün semtler birbirine benziyor. Değerler eğitimi dersliklerde değil hayatın akışında verilir. Kendi tecrübeleri ve birikimlerine karşı bu denli tahripkar davrananların, evlatlarına vefa, sadakat ve komşuluk gibi değer ve kavramları öğretmesi hiç kolay değil. Küreselleşmenin şiarları tüketim, güvenlik, yenilikti. Ne yazık ki oturmuş dokular, beton kulelerin gölgesinde solmaya başladı. İnsanlar türdeşleriyle yüksek duvarların arkasına çekiliyor. Toplumsal sağırlık, duvarların bu tarafında kalanları birer tehdit olarak gösteriyor."
Esenler'deki çalışmanın 7 yıl sürdüğünü söyleyen Aktaş, bu süreçte farklı deneyimlere sahip insanlarla temas ettiğini sözlerine ekledi.
Aktaş, insanın varlığının biricik olduğuna ve buna karşı gösterilecek ihtiramın önemine dikkati çekerek, "İnsan haysiyetinin korunmasına yönelik bir sorumluluk hissi taşımadığınızda, ondaki mevcut cevherleri de fark edemezsiniz. Kendi varlığına gerçek bir değer vermek de ötekine yönelik bir anlama, dinleme çabası, bir kavrayışı geliştiriyor. Sokaktaki kalabalığa karışmak, ayak bastığımız mekanlarda insanlarla bağ kurmaya çalışmak, kısacası selam hitabının hakkını gözetmek, metropol uğultusu içinde sorunlarımıza şifa olabilir." değerlendirmesinde bulundu.
"Sıradan insanların mucizelerine inanmasaydım, birçok konuda umudumu yitirirdim"Bölgenin mübadiller, Balkan muhacirleri, Anadolu göçmenleri, Romanlar ve Suriyeli sığınmacılardan oluşan bir nüfusa sahip olduğunu ve bu durumun güçlü bir devinime yol açtığını kaydeden Aktaş, şunları söyledi:
"Beni bu çalışmaya çeken ilk sebeplerden biri devinimin sergilediği ilham verici olay ve durumlardı. Şüphesiz göç ve yerleşme, bir peri masalı havasında okunacak ışıltılı bir süreç değil. İnsanlar, belde zamanlarında ev yaparken de ev ararken de itilip kakıldı, merkeze özgü hizmetlerin dışında tutuldu. Su kuyruklarında beklediler kış günlerinde. Kendilerini evlerinde hissetmek için ellerinde avuçlarında olanı bir araya getirerek yaptırdıkları camiler bazen mimarisi bazen ismi nedeniyle hor görüldü, engellerle karşılandı. İmece ruhuyla, komşu dayanışmasıyla zorlukları aştılar. Yıllar akıp giderken hikayeleri bambaşka bir yön kazandı. Sonraki kuşaklar, hizmete alışkın kentli tavrı içinde ne yazık ki. Oysa kentler giderek daha çok bakım ve özen istiyor."
Cihan Aktaş, taşralıların şehri tanınmaz hale getirdiğini düşünen kentlilerin, taşralıların kentleşmesi yönünde de en küçük bir sorumluluk almadığını dile getirdi.
Bu tavrın şehirli olmanın önündeki engellerin başında geldiğini sözlerine ekleyen Aktaş, "İşte, böyle şehirli de medeni de olunmuyor. Fakat giderek yerleşen göçmenlerin çocukları da benzeri bir sorumsuzluk sergiliyor. Bu da sivil hayatın can çekiştiği izlenimine yol açıyor. Her şey devletten beklenemez. Esasında devleti eksik hizmetler konusunda yönlendiren de kamunun bilinçli talepleridir. Daha fazla iletişime ve açık yürekli, süreklilik arz eden muhasebelere ihtiyacımız var. Farklıklarımız olsa da bu ülke hepimizin, şehirler de öyle." dedi.
Yaptığı çalışmanın kendisi için önemli dersler taşıdığına da işaret eden Aktaş, sözlerini şöyle tamamladı:
"Sıradan insanların mucizelerine inanmasaydım, birçok konuda umudumu yitirirdim. Bu, sanat ve edebiyatın sağladığı umut için de öyle. Bazen hayat sanatlaşır veya hayat öne çıktığında sanat geri çekilir. Esenler dersleri: Eşi işsiz kalınca, kayınpederinden öğrendiği bıçakçılık işiyle evi geçindirmeyi bir çare bilen Ebru Altın'ı, Fatih Mahallesi'nde yaşadığı apartmandaki komşuları teras çatıda atölye açması için teşvik etti. Kendi halinde genç bir ev kadını, kızının elinden tutarak, çantasındaki bıçakları satmak için dolaştığı sokaklarda anlayış buldu, destek gördü. Nene Hatun Mahallesi sakini Mehmet Ali Kazan, dar gelirli bir emekli olduğu halde 100 metrekarelik dükkanını hasta kedi ve köpeklerin bakımına tahsis etti. İnsanlık ölmüş müdür gerçekten? Esenler, pek çok ilçemizde de olduğu şekilde, benzeri sayısız hikaye barındırıyor. Esenler ötekileştirme konusunda olumlu tecrübeler edinmesini sağlayan bir nüfus çeşitliliğine sahip. Kaynaşma, komşuluğun tesisi, iyi geçimi getiriyor. Yalıtım ise şüpheleri besleyip huzursuzluğa kapı açıyor."
Muhabir: Ümit Aksoy